‘More Mantovani Film Encores’ (1959) uzunçalarındaki ‘A Certain Smile’ (1958) (Sammy Fain / Paul Francis Webster). Boğaz’ı gören tepede birbirlerinden koptukları sahne. Dansı bırakmasını ve hemen evlenmelerini istiyor. Türkan; “Evlilik kolay değil bu zamanda. Bir başına bile güç durumdasın. Beni ve kardeşimi de sırtına yüklenemezsin.” Ahmet; “Olsun! Bakarım evvel Allah.” Türkan; “Nasıl bakarsın? Kızma, küsme hemen. Hayalin sırası değil. Kaç yıldır içindeyim hayatın. Kaç yıldır erken bir uykuya hasretim. Para nedir, hele parasızlık nedir iyi biliyorum.” Ahmet; “(Çalışmayacaksın) dedim. (Kazanır bakarım) dedim. Tahammülüm yok. Elin adamlarına soyunup dökünmeyeceksin. Aç hayvan gibi bakmayacaklar, o lafları söylemeye cekler.” Türkan; “Ben memnun muyum sanıyorsun bu hayattan?” Ahmet; “Aklım ermez. Ya ‘evet’ dersin nikâhlanırız, ya da bu iş biter.” Türkan; “Ne kolay söyledin. Ne kolay ‘biter’ dedin.” Jenerikte 22 saniye süre ile ‘Be My Love’ (1950) (Nicholas Brodzsky / Sammy Cahn) ve ardından ‘Laura’ (1944/45) (David Raksin / Johnny Mercer) var. Sosyal gelişmenin ekonomik gelişmeyi aşmakta olduğu yıllar. İstanbul’da ahşap ev dolu bir sokaktayız. ‘El Manicero (Peanut Vendor)’ (1928) (Moises Simon). Sibel, yatılı okuduğu Kandilli Kız Lisesi’nden hafta sonu tatili için gelmiş. Ablası leğende çamaşır yıkıyor. Türkan; “Seni almaya gelemedim bugün. Temizliğe dalmışım.” Sibel; “Boş ver! Gelmene kızıyorum zaten. Çocuk değilim artık. Kaybolmam korkma.” Türkan’ın kardeşinden başka kimsesi yok. (Hiç kimsesi olmayan Ahmet “Bir kardeşi olmak az şey mi” diyecektir). Tek arzusu liseyi bitirip üniversiteye gitmesi; “Düşün avukat olmuşsun, ne bileyim, doktor mühendis olmuşsun. Kapıda adın yazılı. Seviyor sayıyorlar seni.” Aslında kendi adı da ‘Türkan Ateş’ olarak Cennet Pavyon’un kapısında yazılıydı. Geçimlerini dans ederek sağlıyor. Tek kardeşi okusun. Ancak Sibel’in ‘ömrünü okullarda geçirmeye niyeti yok’. ‘Liseyi bitirdi mi tamam, iş bulup çalışacakmış’. “Şık mı şık olacağım. Gezmek, eğlenmek istiyorum.” Odası Erol Büyükburç, Alain Delon, Richard Burton, Fatma Girik, Brigitte Bardot ve Tanju Gürsu’nun resimleriyle dolu. ‘Runaway’ (1961) (Del Shannon / Max Crook). Sabahın üçünde, Ablası işten geldiğinde radyodaki melodi ile dans ediyordu. Tereciye tere satar gibi “Bu dansları biliyor musun? Gel öğreteyim” diyor. O günlerde yolları bir kamyon şoförü olan Ahmet’inki ile kesişecektir. Delikanlı ve arkadaşı Feridun, Genel Nakliyat’a ait ‘34 DC 251’ plakalı (bir konuşmada kırmızı olduğunu öğreneceğimiz) kamyonda direksiyon sallıyorlar. Her sefer sonrası alacakları “Kasada para yok” denerek kesintiye uğruyor veya hiç ödenmiyor. Bu işlere bakan Recep, şirketin sahibi Cevdet Tekin’den aldığı cesaretle alikıran baş kesen olmuş. Kahramanımız haksızlığa tepki gösterirken Feridun, hasta annesi Talia Saltı’yı düşünerek alttan alıyor. “Kaşlar kara, gözler kara (ela)//Gerdandaki benler kara//Kim kara sevdaya düşmez//Görse didarı seni.” Yine böyle az ödeme yapılan yorucu bir sefer sonrasında gözlerinin pasını silmek isterler. Mevlana’yı dinlediğimiz Cennet Pavyon’da Ahmet’in gönül pası da siliniyor. Ahmet; “Kim bu?” Feridun; “Güzel değil mi?” Ahmet; “Adı ne?” Feridun; “Türkan. Hep burada dans eder. Bir acayip kızdır. Dansını bitirdi mi hiç durmaz gider. Bugüne kadar daha bir kimseyle çıktığı görülmemiştir.” Ahmet; “Laf! Böyle olacak, burada olacak da hiç kimseyle…” Böyle diyor ama sevmeye başladığı belli. Daha o gece, üstelik masaya davetini tersleyen genç kızı üç kişinin saldırısından korur. Birkaç hafta sonra, yine parasını alamadığı ve Cevdet’in adamlarından dayak yediği günün akşamı pavyonun kapısında bekliyordu. ‘Fena çürümüş, şişmiş’ yüzünün haline bakmadan genç kızı korumaya gelmiş; “(Belki) dedim birileri gene tatsızlık etmeye kalkarlar (‘kalkar’ demeliydi). Bensiz ne yapar diye düşündüm.” Cevdet Bey ile tartışıp işi bırakmış. Ama Türkan ile öylesine mutlu ki. Dolmabahçe-Beşiktaş arasındaki ağaçlı yol sevgileri ile ne kadar güzel. Oralarda tekrar dolaşsak aynı şeyleri hisseder miyiz? Yoksa aşkları(mız) bu sahnedeki troleybüsler gibi yalnızca siyah beyaz karelerde mi kaldı. Ahmet; “Babam ben küçükken ölmüş. Anam başkasıyla evlenmiş. Babaannem büyüttü beni. Ana dedim O’na. Geçen yıl öldü.” Türkan; “Ya asıl annen?” Ahmet; “O daha da önce ölmüştü.” Genç kız “Sibel 10 yaşındaydı, ben de 15-16 kimsesiz kalıverdik. Okuyordum bıraktım” diyor. Pavyondan önce fabrikada ve sinema büfesinde çalışmış. Birbirlerini çok sevmelerine karşın gazino ve dans sorun olmaya başlar. Ahmet’i, hiç olmazsa kardeşinin okulu bitene kadar anlayış göstermesi için ikna edemeyince ayrılırlar. Üstelik ‘en bitik, yardıma en muhtaç zamanında’ olur bu. ‘Friendly Persuasion (Thee I love)’ (1956) (Dimitri Tiomkin / Paul Francis Webster). Aylar sonra Sibel okulunu bitirmiş. Türkan da pavyondan ayrılıp Üstün Trikotaj’da tezgâhtar olarak çalışıyor. Bir gün orada Cevdet Bey’i görürüz. Çocukları Tülin ve Cengiz için ‘mevsime uygun bir şeyler almaya gelmiş’. O birkaç dakika içinde gözlerini genç kızdan alamıyordu. Ağını kurmaya başladığı belli. Sonraki günlerde “Çocukların eksiği meğer zannettiğimden fazlaymış” diyerek yeni siparişlerle köşke çağırması; Yağmurlu bir akşamüstü ‘34 AS 137’ plakalı Impala ile ‘tesadüfen’ oralardan geçmesi hep amacına ulaşmak için. Evlilik önerisindeki içtenlik(!) cemaziyülevvelini bilen bizi bile şaşırttı. Bir rastlantı eseri Onları bir arada gören Ahmet, Türkan’ı uyarıyor; “Kimdi o herif biliyor musun? Paramı vermeyen, beni işimden eden Cevdet Tekin. Sonra yazık olur sana. Acın da bana kalır.” [‘Mahşere Kadar’daki (1971) Murat da Fatma’ya “Acın bana kalır” demişti.] Şimdi ‘34 EH 400’ plakalı takside şoför. Parası da varmış. “Olmuşu geçmişi unutalım” diyor. Gerçi ‘ne evveli kaldı ne sonrası’ ama Türkan’ı çok seviyormuş. Türkan; “Olmaz Ahmet. Koptuk, kırıldık bir defa. Bundan sonra ne yapsak eskisi gibi olamayız.” Ahmet; “Oluruz olmasına, bakışlarından belli. Ama arada artık ‘O’ var. ‘O’ var değil mi?” Olayların gelişimi romantizme fırsat bırakmaz. Mantovani’nin ‘Film Encores Vol.1’ (1957) albümündeki ‘Three Coins in the Fountain’ (1954) (Jule Styne / Sammy Cahn). Sibel ve inanılır gibi değil ama ‘Cevdet’ dans ediyorlar. Genç kızdaki değişim de parmak ısırtıyor; Elbisesi ve pabuçları yeni. Küpeleri de sahici ve 2 bin liraymış. İşadamının ‘performansı’ müthiş. Düğünden sonra Avrupa’yı, hem de bütün Avrupa’yı gezeceklermiş; “Sana bir saray yaptırmak istiyorum. Öyle büyük bir ev. İçini de gözlerinin renginde döşeteceğim. Avrupa’dan giyineceksin. Sosyete senden bahsedecek. Yabancı bir artist geldi mi bizde kalacak. Tenis oynayacaksın. Ata bineceksin. Su kayağı yapacaksın.” Genç kız, ‘evleneceği kişi’ ile ablasını Boğaz’daki lokantada tanıştırmak ister. [Arka masalardan birinde ‘Zehirli Hayat’ın (1967) yoğurtçusu Ömer Sağlam var.] ‘Dead Ringer’daki (1964) ‘The Police is Waiting’ (André Previn). Türkan ve Cevdet karşılaştıklarında [‘The Graduate’ (1967) ve ‘Mahcup Delikanlı’dakine (1974) benzer] bir şaşkınlık yaşıyorlar. Ama nedense ikisi de ‘renk vermez’. “Breakfast at Tiffany’s” filmindeki (1961) ‘Something for Cat’ (Henry Mancini). Ablası ‘yaş farkı’ gibi şeyler söylüyor ama ‘gerçeği’ bir rastlantı ile bindiği Ahmet’in taksisinde öğrenir. ‘Türkan, Cevdet ile evlenecekmiş’. O öfke ile evi terk eder ve yapılmayacak şeyi yapıp Cevdet ile beraber olur. [Yüzüstü yatarken sırt fermuarının açılma sahnesi (sesine kadar) ‘The Silence of the Lambs’de (1991) tekrarlanacaktır.] Bu üzüntü Türkan ile Ahmet’i birbirine yaklaştırıyor. Nişanlanırlar. Sonrası çok hızlı. Yolda Cevdet’i başka bir güzelle, Gülgün Erdem ile görürler. Ahmet, işadamını döverek Sibel’in yerini öğrenir ama genç kız alkolik olmuş. Masraflı tedavi için tekrar pavyon ve dansa başlamak söz konusu olunca eski tartışma alevlenir. Türkan “Gene yanlış zamanda öfkeleniyorsun” diyor. ‘Mantovani Magic’ 33’lüğündeki (1966) ‘Stardust’ (1927/29) (Hoagy Carmichael / Mitchell Parish). Pencereden, sevdiğinin gidişini seyretmesi bu iç sızlatan melodi ile. Neyse ki birbirlerinden kopmazlar. Cinayetli, intiharlı son 10 dakika başlıbaşına film gibi. Sibel’in, ‘Goldfinger’daki (1964) (John Barry) ‘Gassing the Gangsters’ ve ‘Dawn Raid on Fort Knox’ ile Cevdet’i öldürmesi; Polisler ‘Teasing the Korean’ ile eve geldiğinde Türkan’ın suçu üstlenmesi; Ve kaçınılmaz olarak Sibel’in her şeyi açıklayan bir mektup bırakarak kendisini öldürmesi. Kız kardeşin ayak sesleri, jenerikteki ‘Laura’ gibi, Türkan ve Ahmet’in ‘mutlu’ yuvalarında yankılanıyor mudur; “Laura is the face in the misty lights//Foodsteps that you hear down the hall.” Mantovani Orkastrası’ndan (1959) ‘The High and the Mighty’ (1954) (Dimitri Tiomkin / Ned Washington). Cennet Pavyon’dan çıkmış yürürken Ahmet’in yüzündeki çürüklerin sağaltımı için konuşuyorlar. Türkan; “Eve gidince soğuk suyla kompres yapın. Merhem sürün. Yoksa hamur da aynı işi görür. Hem çürükleri geçirir, hem şişi indirir.” Ahmet; “Olur.” Türkan; “Yapacak kimseniz var mı?” Ahmet; “Yok. O dediklerinizi SİZ yapar mısınız?” Türkan; “...” (‘Evet’ anlamında başını sallıyor). Ahmet; “Yarın?” Türkan; “...” (Güzel bir tebessüm ile gelen onay). (Yazan: Murat Çelenligil)
Canım Sana Feda Resimleri ve Videoları
Canım Sana Feda
Kadro: Cüneyt Arkın , Nilüfer Aydan , Muzaffer Tema , Esen Püsküllü , Tuncer Necmioğlu , Nusret Özkaya , Hüseyin Demir , Cevdet Balıkçı , Behçet Nacar , İsmet Erten , Muammer Gözalan , Gülgün Erdem , Çetin Başaran , Talia Saltı , Nuri Genç , Nizam Ergüden , Mehmet Büyükgüngör , Vahit Volkan , Muzaffer Yenen , Hikmet Gül , Saltuk Kaplangı , Abdurrahman Palay , Jeyan Mahfi Tözüm , Adalet Cimcoz
Yönetmen: Halit Refiğ
Senaryo: Safa Önal
Yapımcı: Memduh Ün, Halit Refiğ
Müzik: Rauf Tözüm
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı, Mustafa Yılmaz
Tür: Dram, Duygusal
Ülke: Türkiye
Vizyona Giriş Tarihi:
0 yorum:
Yorum Gönder