‘Dorogoi Dlinnoyu (By the Long Road)’ (1925) (Boris Fomin). Uzun zaman sonra yine beraberler. Nejat; “Seni bir sonbahar aldı bir sonbahar bize geri getirdi. Dört senedir öylesine sakindi ki buraları. Yaz birdenbire bitiyor, bütün mevsimler adeta sonbahar gibi hüzünlü geçiyordu. Sen bizim bahçemizin ebedi yazısın.” Nerime; “Ellerin ateş gibi yanıyor. Hasta mısın yoksa?” Nejat; “Seneler var bu ateşe hasretim.” Nerime; “Ya şimdi?” Nejat; “Şimdi ateşlerin en yakıcısı bütün benliğimi sarıyor… Yıllar yılı bu konuşacaklarımı düşündüm. Her akşamüzeri güneş batmadan evvel bu anı bir daha, bir daha yaşadım.” Bu sahnedeki melodi 1968’de ‘Those Were the Days’ adıyla müzik listelerinin üst sıralarına yerleşecektir. ‘Fon Müziği Uzmanı’ Rauf Tözüm eserin önemini Gene Raskin’den çok daha önce anlamış. Aynı isimli romanın (1943) (Muazzez Tahsin Berkand) (İkinci basım 1944-İnkılâp Kitabevi) ilk Yeşilçam uyarlaması. “Hikâyem bir sonbahar günü annemle beraber İstanbul’a geldiğimiz gün başladı. Birkaç gün evveline kadar İzmir’de fakir bir evin tavan arasında yaşıyorduk.” (Romanda ise, aksine, İstanbul’dan İzmir’e gidiyorlar.) Nerime 12-13 yaşlarında küçük bir kız. Filmde adı söylenmeyen (kitapta ‘Hatice’) hastalıklı annesi çok sıkıntı çekmiş. ‘Yüksek bir maliye memuru olan kocasıyla geçirdiği kısa fakat rahat evliliğini hasretle hatırlıyor (sf. 5)’ şimdi. ‘4-5 sene süren saadet günlerinden’ sonra eşi vefat edince küçük bir çocukla ortada kalır. Yaptığı el işlerini ‘cüzi bir para karşılığı’ mağazalara satarak ‘bin müşkülatla yaşıyorlarmış’. Ama ellerindeki birkaç kuruş tükenip ‘sevgili kızının parasız ve belki de anasız kalacağını’ anlayınca, mecburen, rahmetli kocasının İzmir’de yaşayan ‘zengin amcazadesi Feridun’a mektupla başvurur’. Ispartalı ailesinin geçmişi çok eskilere (kitapta 1860’lara) gidiyor. Hacı Osman Ağa ‘ufak bir sermaye ile Isparta’dan gelip küçük bir halı imalathanesi açmış’. Talihin ve iş bilirliğin yardımı ile ‘serveti dillere düşecek kadar artmış’. Ölümünden sonra üç oğlu arasında ‘nifak çıkınca’ ikisi hisselerini alarak İstanbul’a gitmişler. Feridun’un büyükbabası ise imalathaneyi işletmeye devam etmiş. Ama ‘Hacı Osman zadeler’ firmasını asıl yükselten Feridun’un babası Eşref olmuş. İmalathanenin dokuma (filmde ‘Arı Bisküi-Radyolin’) fabrikası halini alması O’nun zamanında. Sonuçta 23 yaşındaki delikanlı ‘bu cesim fabrikanın yegâne amiri’. Annesi Süheyla ile Bayraklı’daki bir köşkte kalıyor. Aile ‘hilkaten çok mağrur ve sert’. Çalışanları ve etraflarındaki kimseleri ‘köle addederlermiş’. Romandaki delikanlı Avrupa’daki grevlere de karşı; “Bizde böyle bir şey olursa fabrikayı büsbütün kapatırım ve hiçbir kuvvet beni, kapılarımı tekrar açmaya mecbur edemez.” Yüz seneye yakın bir zamandan beri burada olmalarına karşın ‘kendilerini civar halkına sevdirmeye muvaffak olamamışlar’. Feridun ‘keskin ve müdekkik bir çift göz (sf. 18)’. Yazar “Mamafih harikulade zeki ve akıllı bir adammış” diye ekliyor (sf. 30). Süheyla Hanım ‘kraliçe gururu, azamet ve zalimlik (sf. 19)’ numunesi. Evde bir de ‘rahmetli kız kardeşinin kızı Nesrin var’. Kahramanlarımız işte böyle ‘prensip delisi’ bir yere geliyorlar sığınmak için. Kapıyı Uşak Selim açıyor. “Yes Sir, That’s My Baby” (1925) (Walter Donaldson / Gus Kahn) melodisi ile ana kızı ‘alt’ (romanda ‘yukarı’) kattaki odalarına götürür. Sonraları Nejat “Bu konakta yaşamaktansa diri diri soğuk bir mezara veya havasız ışıksız bir zindana atılmayı tercih ederim” diyecektir. Seneler Ispartalı ailesinin ‘boyunduruğu altında’ bir sığıntı gibi geçer. ‘Yüzlerce, binlerce ıstırap dolu saat’. Nerime artık 19 yaşında. Filmde esmer, romanda ‘saçları altın suyu ile yıkanmış’ bir genç kız. Hasta annesi ise bir çamaşırcı gibi kullanılıyor. Bu arada köşk bahçesinin bir köşesindeki evde, Bülbül Yuvası’nda kalan Nejat’ı ve ailesini tanıyoruz; Reşatlar. Babaları çok önce ölmüş. Anne Nuriye, Süheyla Hanım ile teyze çocuklarıymış. (Romanda ise ‘kocasının akrabası’). Nerime, delikanlıya “O halde desenize akrabanın akrabası oluyoruz” demişti. Aile 4 kişi. Bülbül Yuvası’nın baş tacı, ana kraliçe Nuriye, piyano; Nejat, keman; Çocuklar Kraliçesi Zerrin, melodika; Dünya müziğinin mandolinciler Beethoven’i Ayşe ise mandolin çalıyor. Bir de Zerrin’in nişanlısı Klarnetçi Romeo Osman var. Süheyla Hanım, Nerime’nin oraya gitmesini yasaklamıştı. Hepsi kuş beyinli, havai, müsrif, boş gezen takımı, işe yaramaz kimselermiş. Neyse ki köşkte Feridun’un sözü geçiyor. Yoksa zavallılar çoktan kovulmuşlardı. Nerime’ye de hafta sonları Bülbül Yuvası’na gitmesi için izin verilir. Bu sırada hasta hasta çalıştırılan Hatice Hanım daha fazla dayanamayıp ölür. Nerime de Ankara’da bir ‘leyli’ okula (romanda ‘Kandilli Lisesi’ne) gönderiliyor. Senaryonun burasında küçük bir hata var. Feridun “Yarın hareket ediyorsunuz” demişti. Oysa Nerime “Feridun Bey’in konuşmasından ‘iki gün sonra’ beni Ankara’da bir yatılı okula gönderdiler” diyor. ‘(This is) The Story of a Starry Night’ (1940) (Glenn Miller). Trenle gidiş ‘Si minör 6 Numaralı Senfoni, Op.74, Pathétique; Allegro non troppo’nun (1893) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky) hoş bir yorumu ile. Çalışma ile geçen yıllardan sonra diplomasını almış. Bülbül Yuvası’ndakilerin söyleyişiyle Kâbus Şatosu’na dönüyor. ‘Kemanla Saba Makamında Taksim’. Yaptığı ilk iş annesinin mezarını ziyaret etmek. Süheyla Hanım’ın tavrı değişmemiş. Hâlâ bir besleme gibi davranıyor. Oğlunu Nesrin ile evlendirmek istiyordu. Ancak Feridun hiç oralı değil. Varsa yoksa Nerime. Genç kıza fabrikanın muhasebesinde iş verir. Cemil Bey’in yardımcısı olarak çalışacakmış. Sonradan Nerime’nin bu yaşlı adama iyiliği dokunacaktır. İşine son verilince ‘maaşı kadar tekaüdiye almasını sağlar’. Nejat’la birbirlerini çok seviyorlar. ‘İlk mana taşıyan genç kızlık rüyasında delikanlıyı görmüş’. Beraber olmaktan hoşlanıyor. O’na bakarken yüksek bir yerden aşağıya bakar gibi oluyormuş. Ancak ortada bir engel var. Feridun’un Nerime’ye ilgisi artmış. Evlenme teklif eder. Neri’yi yıllar boyu zorladığı hitap şeklinden bu belliydi; Önce ‘Bey’, sonra ‘Abi’ ve nihayet ‘Feridun’. Ancak ‘o işsiz güçsüz, gayesiz kemancının genç kıza kendisinden önce tesir ettiğini anlamış’. Bu arada beklenmeyen bir şey olur. Ayşe’nin ‘mavi hastalığa yakalandığı anlaşılır’. Tedavisi zor ve ancak Londra’da olabilirmiş. (Her sorunumuzun çözümü, eksik olmasınlar, Avrupa’da, Amerika’da. Bu kural on yıllar boyunca hiç değişmeyecektir). İşadamı hemen devreye girer. Küçük kızın hastalığını bahane ederek Nejat’a para teklif ediyor. Karşılığında istediği tek şey ‘buradan çekip gitmesi’. 10 bin liradan başlayıp 100 bine kadar çıkar. Fiyatın habire yükseldiği bu sahnede Nejat’ın çok güzel bir esprisi var; “Ne tuhaf! Sizin için bir de cimri derler.” Kendisine verilen çeki “İnsanlar ne kolay alçalabiliyorlarmış meğer” sözleriyle yırtmak da cabası. Sonrasında Adana’ya bir barda çalışmaya gider. Ayşe için para biriktirecekmiş. İş artık başa düşmüş. Nerime, daha önce “Size müteşekkirim. Fakat bu şükran borcumu size ömür boyu bağlanarak ödeyemem” diyerek reddettiği evlilik önerisini kabul eder. Tek koşulu küçük kızın tedavisinin yapılması. Londra’dan gelen haberler çok sevindirici. İlk ve ikinci ameliyat başarılı geçmiş. ‘La Vie En Rose’ (1946) (Louis Guglielmi / Edith Piaf). Yeşilköy’e neşe içinde dönüşü bu melodi ile. Tamamen iyileşmişti. Bu arada düğün hazırlıkları ilerliyor. Feridun’a İngiltere’den kravat getirmiş. Yardımları için teşekküre gittiğinde aralarında samimi bir konuşma geçer. İşadamına “Siz Nerime ablama düğün çiçeği değil cenaze çelengi götüreceksiniz” diyor. Nejat’la birbirlerini ne denli sevdiklerini anlatıyor. Düğün sahnesi herkes için bir sürprizli. Feridun “Vicdanımın sesine uyarak bütün nikâh muamelesini gizlice Nerime ve Nejat adına tekemmül ettirdim. Gördüğünüz gibi şimdi de damat sandalyesini hakiki sahibine terk etmiş bulunuyorum” diyor. Kitapta Ispartalıların köşkünde şatafat ve Bülbül Yuvası’nda sefalet var. Farklı olarak Reşatlar 6 kişi. Nejat, 20 yaşında, piyano çalıyor; Zerrin 15 yaşında alaturka keman çalıyor ve nişanlı değil; Fahriye 13 yaşında piyano çalıyor; Ferid, 9; Şevket, 6 yaşında. Nejat, Nerime’ye az bir ilgi duysa da âşıklık durumu yok. Zaten kısa süre sonra hususi piyano dersleri verdiği bir kızla ilgilenmeye başlar. Zerrin “Muhterem Ağabeyim pek çabuk tesellisini buldu” diyecektir (sf. 186). Çek yırtmak, Ayşe’nin hastalığı, yurt dışında tedavi, fabrikatörle konuşma romanda yer almıyor. Nuriye’nin görümcesi Meliha ve ‘dedikoduculuğu ile şöhret almış’ Semiha engellemek için çok çabalamışlardı ama Feridun ve Nerime muhteşem bir düğünle evleniyorlar. Bir oğulları olması Süheyla Hanım’ı da biraz olsun yumuşatır. Ancak torununu “Feridun’un oğlu, benim torunum” diye sevmesi gelinini hâlâ tam olarak benimseyemediğini düşündürdü. Filmde ‘yoksul’ Nejat’ın tercih edilmesi 60’lardaki toplumcu duygular nedeniyle mi acaba. ‘Golden Earrings’ (1947) (Victor Young). Gazinoda baş başa oturmuşlar. Feridun; “Bak sana bir hikâye anlatayım. İki nişanlı kavgaya tutuşmuşlar. Kız erkekten ayrılmaya karar vermiş ve nişanlısına ‘senden hediye olarak aldıklarımın hepsini geriye vereceğim’ demiş. Erkek de ‘yalnız bir şeyi geriye veremezsin’ diye cevap vermiş. Bil bakalım geriye veremediği neymiş?” Nerime; “Bilmem. Neymiş?” Feridun; “Sevgisi.” Bu sırada orkestrada keman çalan Nejat, gözyaşları içinde Onlara bakıyordu. (Yazan: Murat Çelenligil)
Bülbül Yuvası Resimleri ve Videoları
Bülbül Yuvası
Kadro: Belgin Doruk , Göksel Arsoy , Kenan Pars , Altan Erbulak , Sadettin Erbil , Birsen Kaplangı , Sabiha İzer , Şaziye Moral , Lebibe Çakın , Sema Eriş , Nilgün Kasapbaşoğlu , Selahattin İçsel , Yaşar Şener , Nezihe Güler , Fadıl Garan , Behzat Haki , Aynur Ünan , Vahi Öz , Arif Eriş , Gazanfer Özcan , Jeyan Mahfi Tözüm , Abdurrahman Palay , Hayri Esen , Sacide Toroğlu , Nursan Alçam , Gül Gülgün
Yönetmen: Nejat Saydam
Senaryo: Özdemir Birsel, Nejat Saydam
Yapımcı: Özdemir Birsel, Nüzhet Birsel
Müzik: Rauf Tözüm, Metin Bükey
Görüntü Yönetmeni: Mike Rafaelyan
Tür: Duygusal
Ülke: Türkiye
Vizyona Giriş Tarihi:







0 yorum:
Yorum Gönder