‘Saba Makamında Viyolonsel Taksimi’ (İsmet Nedim). Yaralı buldukları küçük kız kendisine gelmek üzere. Ömer; “Dedeciğim kımıldadı.” Zeynep; “Nerdeyim Ben?” Dede; “Merak etme yavrum! Oduncu Ali Dede’nin kulübesindesin. Allahıma şükür ki kurtuldun.” Zeynep; “Neden burası karanlık? Annem, annem nerde?” Ali; “Annen mi yavrum? Şey…” Zeynep; “(Ömer’in yüzüne dokunarak) Yanımızda biri daha var. O kim?” Ömer; “Benim! Ben Ömerim.” Zeynep; “Hiçbirinizi görmüyorum. Burası çok karanlık. Allahım, görmüyorum! Hiçbir şey görmüyorum.” Ali; “Üzülme yavrum! Büyük bir kaza atlattın. Ölümden kurtuldun. Şükretmek lazım.” Zeynep; “Yoksa, yoksa annem öldü mü?” Ömer; “Benim de annem yok. Hem sen yine görmüşsün tanımışsın anneni. Ben bir defacık olsun görmedim yüzünü. Beni dedem büyüttü.” İsmet Ne dim melodilerinin başrolde olduğu film. Jenerikte sanatçının söylediği bir Rast şarkı var (İrşat-Kemalettin Kamu); “Sevgilim güvenme güzelliğine//Senin de saçların tarumar olur//Aldanma talihin pembe rengine//Hayatın uzun bir intizar olur.” Merhum Sıtkı Bey arkasında bir yığın alacaklı bırakmış. Filmde adını öğrenemeyeceğimiz karısı Derya Tanyeli ve küçük kızı Zeynep üzüntü içindeydi. Neyi varsa haraç mezat satılıyor. ‘Tarihi değeri olan18 ayar altın kaplama cep saati, Murano vazo’. Hatta oturdukları ev bile. Rahmetli antikaya meraklı biriymiş ama her şeyi satılsa bile borcu karşılamaya yetmiyor. Sıra Zeynep’in oyuncaklarına gelince bir müzayede görevlisi “50 liralık bir bebek için bu yavruyu üzmeyelim. Bırak alsın bebeğini. Parasını ben veririm” diyerek seyirciyi rahatlatır. Ana kıza gitmek kalmış. Zavallı kadın ‘15 yıl önce ne ümitlerle ayrıldığı köyüne bütün emelleri yıkılmış acılı bir insan olarak dönüyor’. Emektar hizmetçileri Zehra’nın hazırladığı küçük bir valizle evden ayrılırlar. [Ufuk Enünlü’nün bu sahnedeki paltosu ‘Utanç Kapıları’nda (1967) hastane çıkışı üzerindeydi.] Eski püskü ve her tarafı yamalı bir minibüs neresi olduğu söylenmeyen bir yere gidiyor. Yolcular neyse de şoför uyuklayınca kaza kaçınılmaz olur. Zeynep dışında herkes ölmüş. Ali Dede ve torunu Ömer’in kulübesinde kendine gelir. Artık annesi yok ve gözleri görmüyor. Yaşlı adam önceleri ‘arayanı soranı olur da başımıza iş çıkar’ diye jandarmaya götürmeyi düşünüyordu. Çocuğun yalvarmalarına dayanamaz ve yanlarında kalmasına izin verir; “Nasıl olsa bir tencere kaynıyor. Bize de yeter sana da.” Kulübede elektrik yok. Gaz lambası kullanıyorlar. İlk dikkatimizi çeken şey duvardaki keman kutusu oldu. Ali Dede düğünlerde çalıyormuş. Bir zamanlar çok meşhur bir müzisyenken ‘başından bir macera geçmiş’. Herhalde bir gönül hikâyesi. Dünyaya ve insanlara küsüp buraya yerleşmiş. Arada bir sıkıştıran kalbi dışında neşesi falan çok iyi. Ömer, Zeynep gibi 8-10 yaşlarında. Babasını hiç tanımıyor. Annesini de. “Ben dünyaya gelince ölmüş.” Dedesinin yanında büyümüş. Armut dibine düşer misali O da ‘çalgıcı’. Yaşlı adama mızıkası ile eşlik ediyor. Seyircilerin verdiği paraları fötr şapkasıyla topluyordu. Sol bacağındaki aksaklık için senaryoda bir açıklama yapılmamış. “Gel, gel ah gel//Gel kalbimin tahtında saltanat süren güzel//Gel muzdarip ruhuma saadet veren güzel//Gel yalnızım dünyada//Aşkın bir tesellidir//Gel sensiz yaşayamam//Hayatım şüphelidir.” Zeynep’in de sesi çok güzel. İsmet Nedim’in şarkısını Nesrin Fırat’ın sesiyle söylüyor. Allah, O’nun ‘talihsizliğini verdiği bu sesle telafiye çalışmış olmalı’. Ali, ömrü vefa ederse yetiştirecekti kendisini. Ama ‘bu nefes sıkışması, bu hastalık olmasa’. “Yaralı bir kuş gibi//Bekliyorum hep seni//Unuttun mu vefasız//Unuttun mu sen beni//**//Şu karanlık dünyada//Tutunacak dalım yok//Sen düşürdün bu aşka Benim hiç günahım yok.” Bu kez Gülderen Gül’ün sesiyle Uşşak bir şarkı söylüyor. ‘Yaralı Kuş’u (İsmet Nedim) çalışırlarken yaşlı adamın yorgun kalbi yine tutar. “Gene o sancı.” Üstelik ilaç da bitmiş para da. İki çocuğun, kasabada şarkı söyleyerek eczaneden aldıkları yeterli olmaz. Vakti saat gelmiş galiba. “Ölüm Allahın emri.” Son sözlerini söylüyor; “Çok fenayım yavrularım… Sizi Allaha emanet ediyorum. Ben öldükten sonra sakın birbirinizden ayrılmayın. Hayat, sizin gibi çocukların tek başına karşı koyamayacağı kadar zordur… Beni gömdükten sonra gidin buralardan. Eliniz ekmek tutuyor. Çalışın, kazanın. Kimseye muhtaç olmayın. Bahtınız açık olsun. Allah sizi korusun.” O’nu bir ağacın dibine gömdükten sonra İstanbul’a gidiyorlar. ‘Biri kör, biri topal’. Zeynep’in daha evvel ‘İstanbul’u görmüşlüğü var ama Ömer’in ilk gelişi bu’. Dedesinin anlattığından bile daha güzelmiş. “Beni kader yaktı//Bir de sen yakma//Sakın ellerin sen//Sözüne bakma//**//Kim tutacak sen olmasan//Benim elimden//Kim soracak kim bilecek//Benim halimden//**//Beni Tanrım yaktı//Bir de sen yakma//Sakın ellerin sen//Sözüne bakma.” Arabalı vapurda ‘Beni Kader Yaktı’yı (İsmet Nedim) söylemişler. Şimdi bir gazinonun yakınında peynir ekmek yiyorlar. ‘Kederden Mi Neden Bilmem’ (1959) (Nasibin Mehmet Yürü / Ahmet Refik Altınay). İçerde ‘çalgıcılarla bir şarkıcı kadın’ bu Hicaz şarkıyı ‘geçiyorlar’. Ama gece kulübünün sahibi çok memnun değil. Müdür Ali Demir’e “Ben yenilik istedikçe siz beni eskilere götürüyorsunuz… Bunlar artık demode olmuş. Yenilik yapmak lazım” diyordu. Bu sırada bizimkiler gelip iş isterler. “İlk gün anlamıştım ben zaten//Sonsuz gibi bu sevda//**//Nasıl yandım, nasıl yaktın, nasıl aldattın//Seninim dedin, kalbime girdin, hani sevmiştin//Sözüne kandım, aşkına yandım, sevmiştin sandım// Nasıl, nasıl, nasıl aldandım//**//Neden zavallı kalbi yaktın//Boş yere ümit verip bıraktın.” Şarkılarını dinleyen Patron aradığını bulmuş. ‘İşte yenilik’. Yıllar sonra Zeynep Nedim meşhur bir şarkıcı olmuş. Orkestralarında gitar, akordeon, bateri, keman ve klarnet var. Ömer piyanoda. İki güzel genç. Hep beraberler. Henüz aşkları dile getirilmemiş. Belgrat Ormanı’nda dolaşırken bir olay yaşamlarını etkileyecektir. Her şey ‘anlatacak kelime bulamayacak kadar mükemmeldi’. Ağaçların, göğün ve bu güzellikler içindeki Zeynep’in aksi suya vurmuş. Genç kız bütün bunları ama en çok delikanlıyı görmek istiyor. “Karanlık dünyamda bir siluet halindesin. Uzunca boylu, güzel sapasağlam bir erkek.” Şarkı söyleyip dolaşırken Hakkı Kıvanç ve iki arkadaşı tarafından rahatsız edilirler. “Nereye böyle çifte kumrular. Hani bir laf vardır komşu da pişer bize de düşer.” Ömer’i “Fazla uzun etme de kızı bize bırak. Al voltanı” diyerek dövmeye kalkarlar. O sırada Doktor Metin, nişanlısı Sevim’le oradaydı. Olanları görünce yardıma geliyor. 3 ‘terbiyesiz saldırgan’ yedikleri dayakla kalır. “Gel uzanan ellerim//Yine boşlukta kaldı//Yine gözlerim seni//Yine seni aradı//**//Bir heves mi sandın sen//Benim büyük aşkımı//Oyuncak mı sandın sen//Yaralı kalbim zaten//**//Gün doğuyor uzakta//Nerdesin şimdi nerde//Yine gözlerim seni//Yine seni aradı.” Metin ve Sevim gazinoya sanatçıyı dinlemeye gelmişler. Delikanlı ‘üzmüş olmazsa bir şey söylemek istiyormuş’. “Gözleriniz doğuştan mı böyle” diyor. “Hayır, küçük yaşta geçirdiğim bir trafik kazasından sonra oldu” yanıtını duyunca müjdeyi verir; “O halde tedavisi mümkün.” Doğuştan olsaydı imkânsızmış. Sonrasındaki sözleri harika; “Çok affedersiniz ben de göz doktoruyum. Size bir faydam dokunabilirse kendimi dünyanın en bahtiyar insanı addedeceğim (Abdurrahman Palay’ın seslendirmesiyle ‘addedicim’).” ‘Arabesque’deki (1966) ‘Aquarium Scene’ (Henry Mancini). Muayene sonrasında daha da kesin konuşur. “Bu işi oldu farz edin.” Tıpta artık bu tip vakalar önemli değilmiş. %90 açılırmış. “Her şey yarım saat içinde olup bitecek.” Genç kız ‘yaşadığı muhiti, tabiatın renklerini, etrafını ve yıllardır hayalinde şekillendirdiği Ömer’i görebileceği için’ sevinç içindeydi. Ancak delikanlı düşünceli. Sol ayağını tutup duruyor. Meğer o zamana dek ‘sakat olduğunu’ söylememiş. O söylemeyince ‘gözleri görmeyen’ sevgilisi bunu anlayamamış. Zeynep’in ameliyata götürüldüğü sahnedeki çarpıcı konuşma. Metin; “Aklıma geldi. Eğer arzu ederseniz sizin de ayağınızın bir çaresine baksak.” Ömer; “Şey… Benim ayağımda bir şey yok ki. Sadece, sadece küçük bir nasır. Evet, küçük bir nasır.” Ameliyat başarılı geçmiş. İki gün sonra sargılar açıldığında artık görüyordu. [Hülya Koçyiğit’in sabahlığı ‘Kaderde Birleşenler’de (1966) Yusuf’la Sadiye Abla hakkında konuşurken; ‘Utanç Kapıları’nda (1967) İstanbul’a gelen babası ile karşılaştığında üzerindeydi.] 8-9 yaşında (başka bir sahnede ‘10’ olarak geçiyor) kaybettiği benliğine kavuşmuş. Bu sırada bazı önemli gelişmeler olur. Sevim kıskançlık içinde. Nişanlısına kinayeli bir şekilde “Metin Bey!” diye hitap ediyor. İhmal edilmekten şikâyetçi. “Son günlerde meşguliyetiniz pek arttı Beyefendi! Eskiden her gün arayıp sorardın şimdiyse...” Sebebi de “Şu kör kız”. Ömer de topallığı anlaşılağı içincağı tedirgin. Hastane bahçesinde, sevdiği kızla karşılaştıklarında kendisini tanıtıp konuşamaz bile. Bir mektup bırakarak ortadan kaybolur; “Zeynep, bu son ‘Zeynep’ deyişim olacak. (Oysa bu cümlede bile söylediğinden başka dört kez daha ‘Zeynep’ diyecektir). Gidiyorum. Seni çok sevdiğim halde senden uzaklaşıyorum. Çünkü gözlerinin açılması yıllardır içimde yaşattığım hayalimi yıktı. Ben topal bir adamım. Gözlerin görmediği için şimdiye kadar bunu fark etmedin(!). Ama ben hayatı boyunca kahredici bir azapla yaşamış bir zavallıyım. Gençsin, güzelsin ve şöhretlisin. Etrafını saran zengin ve kusursuz erkekler arasında elbette ki beni beğenmeyecek bugüne kadarki hislerin acıma ve minnet hisleriyle yer değişecekti. İşte bunun için kaçıyorum senden. Seni unutmaya çalışacağım. Mutlu ol.” Metin, yapayalnız kalan Zeynep’in (yine) yardımına koşar. “Büyük bir evimiz, tonton bir annem var. Arzu ederseniz bir süre misafirimiz olun. Muhit değiştirmek belki iyi gelir size. Unutursunuz” diyor. Ama bu ‘muhit değiştirme’ Sevim’e ‘iyi gelmez’. Kendine acındırarak Metin’in kalbini çalmakla suçlar kahramanımızı. [Suzan Avcı bu sahnedeki döpiyesi ‘Akşamcı’da (1967) “Darısı başımıza” derken giyiyordu.] Anne Nezihe Güler “Biraz geçimsiz, kıskançtır O. Deli dolu bir kızdır” diyerek ortalığı sakinleştirmeye çalışıyor ama iş ciddi. Bir sonraki sahnede “Aramıza giren o kör kızı seviyorsun... İstemiyorum artık seni. Nefret ediyorum senden” sözleri ile nişan bozulur. Zeynep, Ömer’in yokluğu ile sarsılmışken doktorumuz, Sevim’in gidişinden pek etkilenmez. Misafirini mutlu etmek için yırtınıyor; “Son günlerde çok üzülüyorsun. Bunun bir sebebi de çok sevdiğin musikiden uzak kalman.” Biraz teselli bulur üzüntülerinden sıyrılır diye ‘bir konser vermesini’ düşünmüş. Organizatör Emin Bey-Mehmet Büyükgüngör yardımcı olacak ve radyoda yayınlanacakmış. Ömer ise otel ve meyhane köşelerinde. Adana’ya gitmek istiyordu. 65 liralık Atan Kardeşler otobüs bileti için elbiselerini Niyazi Vanlı’ya satmak zorunda kalır. Yapacak son bir şeyi daha var. Sevdiğini sahnede seyretmek. (Silvana Panpani de seyirciler arasındaydı.) Zeynep şarkılarını ‘yıllarca önce kendisine musiki aşkını tattıran, nerede olduğunu bilmediği ve bugünkü şöhretinde büyük rolü olan o büyük insana, sevdiği Ömer Güner’e ithaf ediyor’. Konser çıkışı “Zeynep Hanım” diye elini uzatan delikanlıya, dilenci zannedip para verir. Ama ‘bu sesi tanıyor gibiydi’. Biraz sonra sevdiğine koşuyor. Metin, [Kuzey Vargın buradaki takım elbise ve kravatı ‘Akşamcı’da (1967) kullanmış] “Hayatımın yönü seni tanıdığım günden beri beklediğim o cevabınla değişecek” demişti. Onları el ele görünce ‘beklemediği’ yanıtını almış olur. Zeynep; “Ömer, tanıdım seni. Ömersin sen kaçamazsın benden artık.” Ömer; “Ben, şey, ben sakat bir insanım.” Zeynep; “Hiçbir şey söyleme. Yıllardır sana azap veren sakatlığın önemli değil benim için. Hem de hiç değil. Çünkü ben seni seviyorum Ömer. Her şeyinle olduğun gibi seviyorum seni.” Ömer; “Zeynep!” Zeynep; “Yıllardır karanlık dünyamda ışık oldun bana. Ne olur şimdi de yalnız bırakma beni. Eğer beni şu kadarcık seviyorsan bırakma.” Ömer; “Zeynep! Ben seni kimsenin sevemeyeceği kadar çok seviyorum.” Zeynep; “Bir daha hiç ama hiç ayrılmayalım.” ‘Ramona’ (1928) (Mabel Wayne / L. Wolfe Gilbert). Neredeyse yüz yıl öncesinden güzel bir vals ve yağmurlu İstanbul. Ameliyat sonrasında gözleri açılmış ancak Ömer yok. Ortaköy Camisi’nin oralarda şemsiyesini açmış dolaşıyor. [Hülya Koçyiğit bu sahnedeki pardösüyü ‘Utanç Kapıları’nda (1967) lise diploması ile okuldan çıkarken; ‘Seni Affedemem’de (1967) Avukat Murat Özkut ile görüşmeye gittiğinde; ‘Kardeş Kavgası’nda (1967) Doğan’la telefonda konuşurken giymişti.] Zeynep; “Ömer! Ömer sen misin?” Mızıka çalan bıçkın delikanlı; “Ömer değilim ama bir şey lazımsa O’nun vazifesini görebilirim.” Zeynep; “(Oradan kaçarken) Hayır, hayır! Sen Ömer olamazsın. Hayır.” (Yazan: Murat Çelenligil)
Yaralı Kuş / Mazideki Yıllarım Resimleri ve Videoları
Yaralı Kuş / Mazideki Yıllarım
Kadro: Hülya Koçyiğit , Kuzey Vargın , Tugay Toksöz , Turgut Özatay , Suzan Avcı , Hakkı Kıvanç , Nezihe Güler , Derya Tanyeli , Ali Demir , Hikmet Olgun , Ufuk Enünlü , Niyazi Vanlı , Selahattin İçsel , Sema Yaprak
Yönetmen: Mehmet Aslan
Senaryo: Vecdi Uygun
Yapımcı: Suzan Avcı, Hüseyin Cendere
Müzik: İsmet Nedim
Görüntü Yönetmeni: Cengiz Batuhan
Tür: Dram
Ülke: Türkiye
Vizyona Giriş Tarihi:
0 yorum:
Yorum Gönder