“Ulen! Şoför (kahramanımızın söyleyişiyle ‘şofor’) deyip geçmeyin be! Sizi analar doğurdu da şoförler Silivri Yoğurdu mu yani.” Frank Chacksfield ve Orkestrası’nın ‘Immortal Serenade’ uzunçalarındaki (1958) ‘Fair Maid of Perth (La Jolie Fille de Perth)’. “Don Procopio; Sulle Piume Dell’amore”nin (1859) (Georges Bizet) (ilk üç buçuk dakika) çok güzel bir yorumu. Birbirlerinin olmuşlar. Gül; “Ne yapacağım ben şimdi?” Selim; “Ağlama yavrum! Bu güzel gözlerine yazık etme. Hayatımızın en güzel anını gözyaşlarınla buğulama. Evleneceğiz nasıl olsa.” Gül; “Babamı tanısan! Ayırır bizi, evlendirmez seninle.” Selim; “Beni bu güzel yüzden hiç kimse ayıramaz. Bu ipek saçlardan, dün yanın en yeşil en ışıklı gözlerinden hiç kimse ayıramaz beni. Biz birbirimizi sevdikten sonra hiç kimse giremez aramıza.” Üç cümlede üç ‘hiç kimse’. Ama Yeşilçam’da hep olduğu gibi genç kızın dedikleri çıkar. Delikanlı da pek haksız sayılmaz. Aralarına giren hasret dolu 5-6 yılın nedeni ‘kimse’ değil ‘bir talihsizlik’. ‘Ekonomik gelişmeyi sosyal uyanışa denk getiremediğimiz’ 60’lar. ‘Zengin kızı’ Gül ile ‘fakir’ Selim de benzer bir zorluk içinde. Delikanlıda ‘aşk çok para az’. “Kazancım biraz düzelince ilk işim ailenden istemek olacak seni” demişti. Şipşirin bir evleri olacakmış. Selim; “Tek başına kendi dünyamızı yaşayacağımız bir yuva. Bizim yuvamız. Hayallerimizi, hayallerimizdeki dünyayı kimse bozamayacak. Nen var senin? Düşüncelisin. Bir şey mi üzdü seni?” Gül; “Bilmiyorum. Bir korku girdi içime. Kötü bir şey olacakmış gibi garip bir korku.” ‘İçindeki garip bir korku’ konusunda yanılmadığını babası Vahit Bey ile (filmde adı olmayan) annesi Nevzat Okçugil’in konuşmalarından anlıyoruz. İşadamı Onları ayırmaya karar vermiş bir kere. Karısını da “Korkacak, etrafı velveleye verecek bir şey yok” diye sakinleştiriyor; “Koca ticaret piyasasını serçe parmağıyla oynatan benim gibi bir kurt için toy bir delikanlıyı silip süpürmek işten bile değil.” Zaten ‘sevgi neymiş ki’. Zekâ önemliymiş. ‘Oğlanın çalıştığı ticarethanenin sahibi çok iyi arkadaşıymış’. Kulağına birkaç cümle fısıldasa aşk denen şeyi saman alevi gibi söndürürmüş. Planı basit ‘ihtiyar halan hasta’ diyerek kızını birkaç günlüğüne İzmit’e gönderecek. Bu arada ‘çok iyi arkadaşı’ Rüstem de ‘oğlanı’ Almanya’daki şubeye yollayacak. ‘Mondo Cane’deki (1962) “The Damned Island (L’Isola Maledetta)” (Riz Ortolani). Gül’ün ne yapacağını bilmez bir halde merdivenlerden inip gidişi bu melodi ile. Selim’in Avrupa’ya ‘postalanışı’ da aynı çabuklukla. “Bazı ailevi işlerim dolayısıyla gitmem imkânsız” diye direnmeye çalışmıştı ama patronu Rüstem konuşturmaz bile; “İş bu evladım! Vazife mi mühim yoksa aile durumun mu? Hem ben bir iş için karar verdim mi imkânsızlık falan anlamam. Olur o iş. Ne bahasına olursa olsun.” Sonraki sahnede kahramanımız ‘Austrian Airlines’ ile yola çıkıyordu. Her şey o kadar çabuk gerçekleşir ki âşıklar birbirleriyle konuşma fırsatını dahi bulamazlar. Sonrasında yurt dışından gelen sayfalar var. Elbette bunlar sadece Vahit Bey’in eline geçer. “Yabancı bir ülkede yalnızlığın ve mektupsuzluğun ıstırabıyla bunalıyorum. En sevdiğim iki varlıktan, vatanımdan ve senden uzak kalmanın acısını bütün kalbimle çekiyorum Gül. Bana tek bir cevap yazsaydın kederlerimin karanlık dünyasında bir huzur ışığı olurdun.” Bu son cümleyi okuyan işadamı öfkeliydi. “Edebiyata bak! ‘Karanlık dünyasında bir huzur ışığı olurmuş’. Al ışığı. Al ışığı da zengin kızı ayartmanın cezasını gör.” Böyle diyerek mektubu yakıyor. Bunun için mum alevi kullanması, üzücü sahneye biraz olsun ‘romantizm’ katmış. Genç kız da, olanlardan habersiz, terk edildiğini zannediyor; “Bizi hiç kimse ayıramaz derken kendin kaçtın beden. Beni yapyalnız bırakman için bahane uydursaydın hiç olmazsa. Sadece ‘allahaısmarladık’ demene bile razıydım.” Bu sırada beklemediği (ama filmlerde kaçınılmaz) gerçeği öğrenir. Baş dönmesi yakınması ile gittiği doktor ‘korkulacak bir şey olmadığını ve her evli kadının duyacağı en güzel kelimeleri’ söylüyor. ‘Kocasına bir yavruları olacağını müjdeleyebilirmiş’. O gece bir mektup bırakarak arkadaşı Uğur Kıvılcım’ın [‘Kadın Asla Unutmaz’da (1968) Nevin’e babasından kalan] evine kaçar. (Ayrıca birkaç sahne sonra Leyla Teyze’nin evi olarak tekrar göreceğiz burasını). Anne babasına ‘hamileyim’ demektense ölmeyi tercih edermiş. Günahını tek başına çekecekmiş. Ancak arkadaşı hep destek olur. Kollu dikiş makinesiyle, gelecek ‘küçük misafire’ bir şeyler dikiyor. Aylar sonra Selim, ‘KLM Dutch Airlines’ ile İstanbul’a dönmüş. Vahit, zaten pişmandı, delikanlıyı görünce “Sizi tanıdıktan sonra ne büyük hata ettiğimi anladım” diyor. ‘Ma Vie’ (1964) (Alain Barriére). Gül’ün bir oğlu olmuş. Olanlardan habersiz “O, sevdiğinin değil seni sevmeyen, senden kaçan bir insanın çocuğu. Bırak O’nu. Başka ellerde daha iyi büyür, daha mesut olur” diye dolduruşa getiriyor kendisini. Burada asıl kahramanımız olan dolmuş şoförüyle karşılaşıyoruz. Şaşırtıcı bir şekilde Sadri Alışık’ın filmde adı söylenmiyor. ‘Osman’ çok yakışırdı. Ağzı kalabalık, sevimli mi sevimli biri. Kapı kolu müşterinin elinde kalmış. Bizimkinin ‘çenesi ile teşerrüf ederiz’; “Ulen! Eline, avucunun içine. Tövbe tövbe ya Rabbim yahu. Yahu bu mübareğin ismi düşman kulağı değil be kardeşim. Kapı tokmağı, kapı!” Müşteri ‘aldırtma plakanı’ deyince ‘kendisini müdafaa konusunda iki satır laf etmek için’ daha da azar. “Ulen, 50 kuruş verirsiniz arabada ne kapı bırakırsınız ne kilit. Sonra da suç döner dolaşır biz gariban şoförlerin sırtına yüklenir değil mi. Ulan, Allahtan reva mı be. Utanın be, ayıp be.” Bazen de ‘nefesi ve sesi kendisininki kadar kuvvetli’ müşterilere denk gelir. Selma Erkut dolmuş ücreti için 50 lira uzatmış. ‘Osman’; “50 kuruş için 50 lira bozulur mu be? Cumhuriyet Merkez Bankası mı burası yahu? Sen şu paranı al da (çek git anlamında) naşla bakalım ufak ufak. Al hadi al, hediyem olsun.” Selma; “Sen kim oluyorsun da bana hediye vereceksin. Benim kocam senin gibi kılıksızın 100 tanesini satın alır da kapısına uşak diye bağlar.” ‘Şoforumuz’, maşallah, her konuya hâkim. Anasının kucağındaki bebek mi ağlıyor “Gazdır, Ablacığım” diye ağzını bir açar ki susturmak mümkün değil. Şöyle kucağına alıp ‘kıçına’ iki tane vursa hiçbir şeyi kalmazmış. Arkadaşı DeSoto Nuri’nin karısı (7 yılda 11 çocuk) kuluçka makinesi gibiymiş de yani oradan bilirmiş; “Şimdi çocuk gaz mı yaptı, bir lokmacık anason yahut da anason bulamazsan biraz rakı ver o zaman çocukta ne gaz kalır ne nefes.” Ninniden çakmazmış ama hicazı biraz bilirmiş. ‘Velet’ ağlamakta ısrarcıysa “Patlatayım bir tane hicaz belki susar” diyor. Övünmek gibi olmasın, üstelik Re’den Re’den okurmuş. “Ben bir garip kuş idim//Dalına konmuş idim//Neden de bana kış dedin//Ben senin olmuş (ikinci ‘i’yi uzatarak) idim.” ‘La Playa’ (1964) (Georges Joseph Van Wetter / Pierre Barouh). Gül, bebeğini dolmuşta bırakıp babaevine giderken bu melodi duyuluyor. Şoförümüz şaşkın. “Ulan, seni ana diye doğuran fabrikaya grev girsin be. Ulan, hiç çocuk unutulur mu be?” Önce aklına Leyla Teyze gelir. Alır bakar (kendi deyişiyle ‘icabına bakar’) diye düşünüyordu ama yaşlı kadının, ‘10 evlat 27 torun’ nedeniyle, canı zaten burnundaydı. Şarkıcı Ayla’ya gitmesini söyler. Bebekleri çok severmiş. Bütün kazancını oyuncak bebeklere yatırıyormuş. Bu sırada (torunda değil ama) evlat sayısında ufak bir değişiklik yapar; “18 evlat 27 torun var dedik. Burasını çocuk yuvası mı zannettin kör olası domuz.” Güzel şarkıcı da “Barda çalışıyorum ben. Yalnızım. Kim bakar bu çocuğa” diye kabul etmeyince iş başa düşer. ‘Oğluna’ Ömer adını vermiş. Yıllar sonra Vahit Bey, kızı oyalansın diye bir okul almış. 4. Levend, Akağaç Sokak, No. 16’daki Özel Maya Okulu. ‘Kimsesiz, fakir, anasız babasız çocukları okutabilecekmiş’. Ferah Nur (O’nun da adı yok) bakanlıktan 5 tane takdirnameli müdire. Açılışta Silvana Panpani ve Sıdıka Durusu konuklar arasındaydı. Selim de ‘birinci sınıf ithalatçı olmuş’. Arkadaşı “Para olukla akıyor. Gençsin, yakışıklısın mesut olmak için hiçbir eksiğin yok” diyordu. Gene de mutsuz. Karadeniz’de gemileri batmış gibi. Aklı fikri sevdiği kızda. Ömer artık okul çağına gelmiş. Ayla’nın önerisiyle, tahmin edileceği gibi, Gül’ün okuluna getirilir. Yaşadığı dram, zavallı bir çocuğun çehresinde, karşısına çıkmış. Yine tahmin edileceği gibi aralarında bir yakınlık olur. Çocuğu yanına almak ister. ‘Osman’ da (Ömer’in bakımı için mi yoksa kalbinin sesini dinlediği için mi tam anlaşılmıyor) Ayla ile evlenmeye karar vermiş. “Anahtarla kapı açmaktan bıktım be. Bir kere de zil çalayım açsınlar, dişimi kırayım. Ulen aşk, ulen evlilik! Görün bakalım şoför sevdası ne renk oluyormuş.” Çayı öyle bardakla değil semaverle içeceklermiş. Sinemanın da Beyoğlu’ndan aşağısı yokmuş. Hem de ‘gala’. Genç kız son kez sahneye çıkıp evinin hanımı olmak istiyordu. Ancak Patron’un bakışı bakış değil. “İyi düşün kızım. Şakaya gelmem ben. Keçilik edip ille de gitmeye kalkarsan pavyondaki değil hayattaki son gecen olacak” demişti. ‘Strangers on the Shore’ (1961) (Acker Bilk) ile başlayıp ‘Casa Della Morte’ (1962) (Ortolani) ile biten sahne. Gerçekten de ‘Kalenin Bedenleri’ni söyledikten sonra gitmek isteyen genç kızı üç kurşunla öldürüyor. Şoförümüz sonunda Ömer’i okuldaki ‘hocanım’a götürmeye karar verir. Büyük bir tesadüfle Selim de Gül’ü tekrar beraber olmaya ikna etmek için oradaydı. “Venecia Sin Ti (Que C’est Triste Venise)” (1964) (Françoise Dorin). Dışarda delikanlıya “Sana ihtiyacın olan bir ilacı vereceğim” diyor. ‘Sarı bir çiçek’. Onlar konuşurken kapı aralığından her şeyi duymuş. “Sevdiğinizin çocuğunuzu bıraktığı araba bu. Şoför de ben.” Ömer’e de “Öyle aptal aptal bakma da sarıl babana” diyerek ‘pedagojik’ bir yaklaşımda bulunur. Sonra ‘eğer müsaade ederlerse, 5 yıl yedek babalık etmiş bir vatandaş sıfatıyla, pazardan pazara Ömer’le dolaşmak için izin ister’. Duygusallık doruk noktasına ulaşınca da “Artık fakir kirişi kırsın. Malum ya, iş saati. Ekmeğimize bakalım” diyor. ‘6+6’ albümündeki (1964) ‘Aponi Zoi’ (Stavros Xarhakos). Oradan uzaklaşırken arka koltuktan, yine, üstelik bu kez iki bebek ağlaması duyulur. “Ulan! Otomobil misin kuluçka makinesi misin nesin be?” Kahkahalar atarak direksiyonu öpüyor. Fausto Papetti’nin ‘3a Raccolta’ uzunçalarındaki (1962) ‘Et Maintenance (What Now My Love)’ (1961) (Gilbert Becaud) ve ardından ‘Mondo Cane’ (1962) ‘sountrack’ındaki ‘Casa Della Morte’ (Riz Ortolani). Ayla, ‘Karşıdan Gel Göreyim’i (Fahri Özkopuz) söylemiş misafirleri ‘Osman’ ve Ömercik’in masasına gitmek istiyor. ‘Işıltılı’ dünyayı yansıtan ‘zarif’ konuşma. (Arka plandaki 50’lerden ADMIRAL Dual Temp buzdolabı harikaydı.) Patron Zeki Tüney; “Demir Tüccarı Şerafettin Bey burada.” Ayla; “Bana ne! Demir alacak inşaatçılar düşünsün.” Patron; “Alayı bırak. Yakarım canını. Herif buraya senin için geliyor.” Ayla; “Misafirim var bu akşam.” Patron; “Burası misafirhane değil, Pavyon.” Ayla; “Biraz anlayışlı ol, ne olur.” Patron; “İtirazı sevmem. Şerafettin Bey’e birkaç şişe viski açtır. Sonra ister misafirinin yanına git, istersen cehenneme.” Demir tüccarı Memduh Alpar gene insaflıymış. Konuklarıyla kısa bir süre konuşmasına izin verir. ‘İki viski ısmarladığı için gece alıp götürenler de varmış’. (Yazan: Murat Çelenligil)
Şoför Deyip Geçmeyin Resimleri ve Videoları
Şoför Deyip Geçmeyin
Kadro: Sadri Alışık , Ajda Pekkan , Ömercik , Esen Püsküllü , Ferah Nur , Süha Doğan , Nevzat Okçugil , Atacan Arseven , Nermin Özses , Meral Kurtuluş , Muzaffer Yenen , Selma Erkut , Talia Saltı , Zeki Tüney , Memduh Alpar , Sıdıka Duruer , Uğur Kıvılcım , Suna Pekuysal , Nevin Akkaya , Timuçin Caymaz , Rıza Tüzün
Yönetmen: Ülkü Erakalın
Senaryo: Bülent Oran
Yapımcı: Aziz Sarıkaya, Ülkü Erakalın
Müzik:
Görüntü Yönetmeni: Memduh Yükman
Tür: Dram, Komedi
Ülke: Türkiye
Vizyona Giriş Tarihi:
0 yorum:
Yorum Gönder