“Anthony and Cleopatra’s Love/One Breath Closer” (1963) (Alex North). Kurşuna dizilen Nüvit’in üzerinde bulunan mektup. “Haluk, seni kurtarmak kararım beni ölüme de götürse kaderime razıyım. Şimdi bu satırları acele olarak General’in yazı masasında karalıyorum. Bugüne kadar senden gizlediğim bir gerçeği de artık açıklamam gerek. Sana kızımızın öldüğünü söylemiştim. Ama O ölmedi, yaşıyor. Şimdi İstanbul’da annemin yanında. Adı Ümran.” Aynı adlı romanın (İnkılâp Kitabevi, birinci baskı 1939) (Kerime Nadir) renkli Yeşilçam uyarlaması. 20. yüzyılın başları. Haluk Giray ‘ecnebi diyarlarda geçirdiği meşakkat ve acı dolu senelerden sonra nihayet hasret kaldığı İstanbul’a dönebilmiş’. ‘Tam manasıyla güzel, yakışıklı ve kibar bir adam. Şakaklarına dökülen uzun saçları… Fazlaca ağarmış’ (sf. 4–5). “Yaşım kırktı, kırktı (kitapta 46) ama memlekete döner dönmez 16 (romanda 21) yaşında güzel bir kız bana âşık olmuştu. Aramızdaki yaş farkına rağmen ben de Ona karşı sevgiyle doluydum.” Ümran’la bir ay evvelki kır eğlencesinde tanışmışlar. Fakat ‘birbirlerini yıllardır tanıyor gibiler’. “Gioconda’s Smile” albümündeki (1965) ‘Countess Esterhazy’ (Manos Hadjidakis). Kahramanımız, deniz kenarında oralardan gideceğini anlatıyordu. Genç kızın boynundaki ‘aile yadigârı’ kolye (kitapta ‘pandantif’) dikkatini çeker. İçinde bir resim var; “Annem.” Haluk’un ‘şuuru uyuşmuş gibi olur’. “Düşmemek için tutunacak yer arıyordum.” Resimdeki kişinin ‘eski karısı’ olduğunu ilerde anlayacağız. O gece Ümran’ı (romanda beyaz, filmde pembe) villasına davet eder. ‘Mr. Noll’ (1965) (Hadjidakis). Genç kız geldiğinde bir adam evden ayrılıyordu. Artık ne konuştularsa, Haluk çok sarsılmış. Odadaki masanın üzerinde bir kurukafa var. ‘Azap içindeki’ adamın anlattıklarıyla biz de şaşkınlık içindeyiz. Evlenmekten; İnsanların yalnızca dış yüzünü değil iç yüzünü de tanımak gerektiğinden; ‘Her çağıranın peşinden giden beyinsiz küçük kuşları çok iyi tanıdığından’ söz ediyor. ‘Returning in the Evening’ (1965) (Hadjidakis). Sonunda yaşam öyküsüne sıra gelir. “Bu akşam her şeyi bilmelisin.” Yıllar önce, ölüm döşeğindeki babası Ahmet Giray Bey’in lanetli vasiyeti. “Ben bir kadın uğruna ölüyorum. (Bir resim göstererek) Bu kadın senin annendir… Gençliğimde uzak ülkelerde yaptığım bir seyahat esnasında tanışmıştım. Çok genç ve güzel bir kızdı. Onu alıp Türkiye’ye getirdim. Evlendik. Ama memleketindeyken seviştiği kendi vatandaşlarından bir genç subay Onun peşini bırakmadı. El altından mektupla temas kurmaya (ne demekse) ve sonunda Onu kandırmaya muvaffak oldu. Annen bizi bırakıp o adama kaçtı. O zaman sen iki yaşındaydın. Anneni baştan çıkaran o adamdan intikamımı almanı istiyorum.” Ancak bir isim veya adres söyleyemeden ölür. Bir müddet sonra Haluk, Harbiye’yi bitirmiş bir subay. Halasının kızı Nüvit’le evlenmek istiyor. Büyükannesi aracılığı ile istetmiş. Halanın kafası delikanlının ‘annesinin meselesine takıldığı için’ iş biraz uzar. Romandaki Hala daha sert; “Ben dünyada kızımı bir gâvurun oğluna vermem” diyormuş (sf. 37). Sonuçta iş tatlıya bağlanır ve evlenirler. İki yıl ‘aşkları hiç azalmadan, saadetlerine en küçük bir gölge düşmeden’ çok mutlu geçer. (Ancak bu sahnelerde ‘subay’ Haluk’u hep ‘sivil’ giysilerle görüyoruz.) “Patlayan Balkan Harbi bizi tatlı rüyamızdan uyandırdı.” ‘Triumphal March and Ballet’ (1871/2) (Giuseppe Verdi). “Kan ve barut kokan savaştan Allah’ın inayetiyle, yuvasına sağ salim dönüşü” Aida Operası 2. perdedeki melodi ile. Halası ve büyükannesine, en önemlisi karısına kavuşmuş. Fakat pek hoş olmayan bir sürpriz neşesini kaçırıyor. “Uzak akrabam olan Muhtar adında kimsesiz ve hasta genç ben yokken bizim yalıya yerleşmişti.” “Enr’acte (Caesar and Cleopatra)/Love Theme” (1963) (Alex North) melodisinin olduğu sahnede Doktor Tevfik Soyurgal ‘ilaçlarına, moraline dikkat edilmesini’ söylüyor. Ayrıca üzülmemeliymiş. ‘Marazi’ genç kendisine gösterilen ilgiyi yanlış anlar. Haluk zaten Nüvit’i ‘bu veremliden’ kıskanıyordu. Sonrasında olanlar içler acısı. Meğer Muhtar da genç kadını kocasından kıskanıyormuş, sataşmaya kalkar. “Bana vereceğin küçük bir ümit hayatımı kurtarabilir.” Ama Haluk’un dayağıyla yetinmek zorunda kalıyor. Hiçbir suçu olmayan Nüvit’in payına ise ‘boş kâğıdı’ düşer. Gözyaşı, yalvarma sonucu değiştirmiyor. “Artık karım değilsin.” Haluk, boşandıktan sonra 1914’teki Büyük Savaş’a katılır. 11. Kolordu, 33. Fırka, 99. Alay, 2. Tabur, 1. Bölük takım zabitliği (sf. 25). “Yedi düvele karşı kahramanca çarpıştık. Nüvit’in gönderdiği mektupları okumadan yakıyordum. Ona karşı duyduğum nefretle ölüme meydan okuyor, cepheden cepheye koşuyordum.” Bir gece keşfe çıkmış düşman uçağını düşürürler. Pilot Piyer Ramon (romandaki soyadı ‘Voronikof’) esir edilir. “Uzun boylu, zayıf yapılı, kumral, yakışıklı bir Yüzbaşı (sf. 57).” Kahramanımız ‘ruhunda uyanan garip hislerin mahiyetini’ sonradan anlayacaktır. “Siz Türkler vicdanlı insansınız. Bir nişanlım var… Eğer siz de hayatta sevdinizse bunun ne demek olduğunu anlarsınız” diye başlayan konuşması sarsıcı bir istekle biter; “Beni serbest bırakın.” Filmdeki Haluk nöbetçiyi çağırmak için dışarı çıkınca Piyer kaçıyor. Kahramanımız da Onun yakalanması için çok istekli değil. Romandaki Halûk ise kaçmasına izin verdiği gibi ‘gitmesi gerekli istikameti bile gösterir’. Hudut boyundaki kahramanca savaşlarda insan kaybımız çok fazla. [Bu görüntüler ‘Çanakkale Aslanları’ndan (1964) alınmış. Orada 53. dakika 9. saniyedeki (Mümtaz Ener’in seslendirdiği) Çavuş Talat Gözbak’ın el bombası atma sahnesini ‘Günah Bende Mi?’ filminde 28. dakika 25. saniyede izliyoruz.] 1000 kişiden geriye 4 zabit ve 19 nefer kalmış. “Esir düştük.” ‘Esirlerle siyasi sürgünlerin toplandıkları kuzeydeki bir bölgeye sevk edilirler’. Burada ismin yerini numara almış; ‘4008’. ‘Sürüklendiği bu meçhul, sürprizlerle dolu’. Kaderin bir cilvesi, Piyer de orada. Kendisine yapılan yardımı unutmamış. Haluk’u, Garnizon Kumandanı babası General Ramon’la (kitapta Kont Voronikof’la) tanıştırır. Kahramanımız artık asilzadelerin toplantılarına bir şeref konuğu olarak davet ediliyor. Paul Mauriat’nın ‘Of Vodka and Caviar’ albümündeki (1965) ‘Le Temps Du Muguet’ (1955) (Les Nuits De Moscou) (Vassily Soloviev-Sodoi / Mikhail Matoussovski) ile başlayan baloda bir sürpriz var. ‘Katyusha’ (Casatchok) (1938) (Matvey Blanter / Mikhail Isakovsky) melodisiyle gelen mor (romanda siyah) tuvaletli güzel kadın Nüvit. ‘Kocası’ Ali Rıza Bey bir siyasi sürgünmüş. Dünya Savaşı bile kahramanımızı bu denli sarsmamıştı. Piyer onların daha önce tanıştıklarını anlamış. Gerçeği öğrenince yardımcı olmaya çalışır. Dünya Savaşı yılları; Rusya’da Bolşevik İhtilali patlamış, her şey karman çorman. Ama Piyer ve general baba işi gücü bırakıp iki aşığı Ali Rıza Bey’e çaktırmadan bir araya getirmek amacıyla yırtınıyorlar. Eski karısı da olsa, evli bir kadınla kurulan ilişki nedeniyle seyircide olabilecek tepki için Yönetmen (romanda olmayan) şu çözümü bulmuş; ‘Ali Rıza Bey, Nüvit’i Altın Kadeh Kabaresi’ndeki dansöz Meltem Mete ile aldatıyor’. Artık ‘her şey mubah, herkes sütten çıkmış ak kaşık’. ‘Plaine, Ma Plaine’ (1934) (Lev Knipper) ile buluştukları tahta köprüde Haluk “Eğer bizi ayıran sadece ‘kocam’ dediğin o salak herifin varlığı ise ben Onu yok etmesini bilirim” demişti. Ama Nüvit’in yatak odasına girdiği gece, meyhaneden dönen Ali Rıza Bey’in kafasına evin balkonundan koca bir saksı atacağı kimin aklına gelir. Zavallı Avukat ölümlerden dönüyor. General Ramon, beklendiği gibi, kahramanımızın bu ‘cinayet girişiminden paçasını kurtarması için’ hazır ve nazır. “Ben ve oğlum Piyer sizin saadetinize çalışacağız.” Konuşmaları sırada Haluk’un gözü duvardaki resme takılır. “Büyük bir çerçevenin içinden annem bana gülümsüyordu.” Acı gerçeği hemen anlar; Annesi ve General’in birkaç yıl önce ölen eşi aynı kişi. Piyer de kardeşi. Kulaklarında babasının vasiyeti yankılanıp duruyor. Yaşlı adamı boğarak öldürür. Filmdeki herkes sanki Haluk’a yardım etmekle görevli. Bu kez Nüvit imdada yetişir. Kaçmak isteyen esirlere yardım eden birini tanıyormuş. Onun aracılığı ile delikanlıyı İstanbul’a ulaştırır. ‘Yardım’ı bu kadarla kalmaz. Cinayeti de üstlenir. Kurşuna dizilme sahnesi 2 dakika sürüyor. Piyer, ‘ödeşmek için’ Nüvit’in kurukafasını ve son mektubunu Haluk’a getirir. Sevdiği kadının öldüğünü ve Ümran’ın kızı olduğunu öğrenen kahramanımız için ‘kendi vücudunu ortadan kaldırmak’tan başka yapacak bir şey kalmıyor. “Benim annem kaçtı, babam intikam vasiyet etti… Sen olsan ne yapardın? Çılgın gibi sevdiğim karımı bir hiç yüzünden boşadım. Her şeyimi kaybettim. Kader, hayatın yapısıdır Piyer. Söyle, konuş, Günah Bende Mi?” Romandaki Halûk Giray’ın annesi Marusa adlı bir Rus kızı. Babası Rusya’da sefirken evlenmişler. ‘Bir ecnebiyi nikâhladığı için bütün ailenin düşman kesilmesi’; Müslümanlığı kabul edince bu hiddetin yatışması; Serbest yaşamaya alışkın kadının bu mutaassıp hayattan sıkılmaya başlaması; Zamanla aralarında baş gösteren ‘imtizaçsızlık’ (sf. 33). Artık bunların bir önemi yok çünkü Marusa, kocası ve iki yaşındaki Halûk’u bırakarak ülkesine dönmüş, eski sevgilisi ile evlenmiş. ‘Pek müteessir olan baba uzun süren bir hastalıktan sonra gözlerini hayata kapatır’. Vasiyetini de (oğlu o sırada çok küçük olduğu için) büyük Hala’nın veremli kızı Hadiye’ye bildiriyor; Oğlu, karısını elinden alan “O mel’unu ilk gördüğü, ilk tanıdığı yerde hiç tereddüt etmeden gebertsin” (sf. 35). Halûk, subay çıkınca küçük Hala’nın kızı Nüvid ile evlenir. ‘Muhtar Olayı’ndan sonra da boşanıp [‘Aşka Tövbe’den (1968) anımsadığımız] bir ‘becayiş’ ile Anadolu’ya geçer. Piyer’in kaçmasına göz yummanın faydasını, esir düştükten sonra Sibirya’daki Kansk’ta görecektir. Romanda Nüvid’in suçu üstüne alması ve kurşuna dizilme yok. Ölümü, Avrupa’daki bir tren kazasında. Halûk’un Çin ve İran üzerinden ülkeye kaçışı 100 sayfa. Bu bölüm Charles Dickens tadında bir mizahla anlatılmış. Yazar, özellikle kitabın ikinci yarısında, sanki Halûk’u sevmemizi istemiyor. Hamam kasadarı Lida’yı aldatması; Çinî Türkistan’daki Kulca’da (Alman makinist ‘Şmit’ ve karısı Alvina’nın kızları) Lizet’i hamile bıraktığını anlayınca oradan apar topar kaçması. Zaten kadınlar için şunu söylüyordu; “Kopmayacak meyveye (Onun deyişiyle ‘meyvaya’) el uzatmak neye yarar.” ‘Werner Müller ve Orkestrası’nın ‘Gypsy!’ albümündeki (1965) ‘Gypsy Love’ (Zigeunerliebe) (1911/12) (Franz Lehár). Ali Rıza Bey, Haluk’un ‘bu valsı karısıyla yapmasına izin vermiş’. Haluk; “Bana bu ihaneti nasıl yapabildin?” Nüvit; “Şuurlu bir insan olarak yaşama hakkımı kullandım sadece. Çocuğumuzun varlığı bile seni inadından döndüremedi çünkü.” Haluk; “Çocuğumuz mu dedin?” Nüvit; “Evet, çocuğumuz. Niçin şaştın? Bilmiyor musun, sana yazmıştım.” Haluk; “Cepheye gönderdiğin mektupları okumadan yakıyordum. Peki, ne oldu o çocuk? Nerde şimdi?” Nüvit; “Şey, nasıl söyleyeyim, öldü. Bir aylıkken difteriden öldü.” Haluk; “Seni tekrar karşıma çıkaran talihe lanet olsun. Seni şu anda kollarımın arasına alacak kadar neden küçüldüğümü de bilmiyorum.” (Yazan: Murat Çelenligil)
Günah Bende mi? Resimleri ve Videoları
Günah Bende mi?
Kadro: Türkan Şoray , Engin Çağlar , Fatma Karanfil , Meltem Mete , Cenk Er , Erol Tezeren , Şaziye Moral , Aydın Tezel , İhsan Gedik , Kudret Karadağ , Muzaffer Cıvan , Mahmure Handan , Müfit Kiper , Oktay Yavuz , Nizam Ergüden , Mehmet Büyükgüngör , Toron Karacaoğlu , Rıza Tüzün , Jeyan Mahfi Tözüm , Hayri Esen , Ayşegül Devrim , Gülen Kıpçak , Tijen Par
Yönetmen: Nevzat Pesen
Senaryo: Erdoğan Tünaş, Nevzat Pesen
Yapımcı: Nevzat Pesen
Müzik: Tuncer Aydınoğlu
Görüntü Yönetmeni: Menasi Filmeridis
Tür: Dram, Duygusal, Tarihi
Ülke: Türkiye
Vizyona Giriş Tarihi:
0 yorum:
Yorum Gönder